1. Haberler
  2. Gündem
  3. Esra Gezginci İstanbul’un sırlarına kapı aralıyor: Üsküdar’ın saklı tarihi

Esra Gezginci İstanbul’un sırlarına kapı aralıyor: Üsküdar’ın saklı tarihi

esra-gezginci-istanbul’un-sirlarina-kapi-araliyor:-uskudar’in-sakli-tarihi
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Haberler | 21.08.2022 – 14:36 Son Güncelleme : 21.08.2022 – 14:38

Esra Gezginci ile Esrarengiz İstanbul bu haftaki bölümünde İstanbul’un tarihi ilçelerinden Üsküdar’ın önemli simgelerine mercek tuttu. Sanat Tarihçisi Doç. Dr. Sedat Bornovalı, tarihi yapıların esrarengiz hikayesini anlattı.

İstanbul’u dolaşırken Avpupa yakası başka, Anadolu yakası ise bambaşka, bugün rotamıza Üsküdar’ı aldık, Üsküdar için neler söylemek istersiniz?

“İstanbul evet bambaşka bir şehir… Yüzyıllar boyunca, büyük imparatorluklara ve farklı kültürlere ev sahipliği yapmış bir şehirden bahsediyoruz. İstanbul’a yapılacak tarihi ve turistik bir gezi söz konusu olduğunda, genellikle akla ilk gelen Avrupa yakası olsa da şehrin diğer yakasında, yani burada gözden kaçırılan Üsküdar, kesinlikle keşfedilecek sayısız yer ile doludur.”

Mekanları dolaşacağız, dilerseniz hazır meydanda iken 3. Ahmed Meydan Çeşme ile başlayabiliriz. Ben uzun zamandır hem bu kadar mütavazı hem bu kadar görkemli bir çeşme görmemiştim.

“Kesinlikle çeşmenin eşsiz bir estetiği var. Osmanlı mimarisini en iyi yansıtan eserlerden biridir. Şimdi ilçenin meydanındayız, iskeleye de çok yakınız, bilmeyenler için söyleyelim, Burası, Beşiktaş ya da Eminönü vapurundan indiğinizde ya da başka bir tabirle karaya ayak bastığınız ilk anda, büyüleyici hissettirmektedir. Burası, İstanbul’un pek çok simgesini de barındırmaktadır, biliyorum rotamızda birkaç adres daha var ama çeşme ile başlayalım. Biliyorsunuz su olmadan yaşayamayız. Farkındayız bunun böyle olduğunu dolayısıyla hep su tesisleri yapılmış, insanların en temel ihtiyacının karşılanması gereği düşünülmüş, bir yandan da tabii bir şey yaparken mecburiyetten yapmak var, güzel yapmak var. Osmanlı bu ikisi arasında kararını her zaman güzelden yana kullanmış.

Sonuçta bir muslukla halledilebilecek olan şey böylesine olağanüstü bir çeşmeye dönüşmüş, sadece burada değil binlercesinde. Bir de dönemi Lale Devri… Lale Devri’nde böyle bir su mimarisinin gelişmeye başladığını nasıl desek bir sosyalleşme olduğunu, bu suların etrafında gelişme olduğunu da hesaba katabiliriz. Hatta geniş geniş saçak vs. Bu suyun yanında bir arada bulunmak, gölgede bir arada olmak gibi kavramları da yanında getiriyor desek belki çok yanlış söylemiş olmayız. Bakınız burada şiirler şeklinde zaten şairlere yazdırılmış küçük harfli beyitler var, ama diğer tarafta deniz tarafında son derece görkemli bir padişah kitabesi olduğunu görüyoruz.”

Hocam çeşmenin hemen yanında bulunan Mihrimah Sultan camii’ni de sormak istiyorum size. Önce bir efsane ile başlayalım. Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan’ı soracağım. Bakalım aslı neymiş sizden öğreneceğiz.



“Aslı nedir öğrenemeyebiliriz ama aslı ne değildir onu kesin anlarız. Aralarında aşk vs. tabii bunlar efsane hikayeler günümüze kadar ulaşmış. İstanbul’da aynı isimli yine Mimar Sinan eseri bir diğer cami olan Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii ile bağdaştırıp, Güneş ile Ay gizemi vs. bu hikayenin bir gerçekliği yok. Yani dönemin söylentilerinde bile böyle bir şey yok.  Camiye dönersek, bu cami, Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın adını taşıyor. Mihrimah Sultan, biri kentin doğu girişi Üsküdar’da, öteki batı girişi Edirnekapı’da selâtin öl­çekli 2 külliye/cami yaptırmış ilk ve tek padişah kızıdır. Baba’nın “Yükseliş Dönemi Padişahı” ünü­nün yanı sıra, kızının da yaşa­mı ve yaptırdıkları, kadın tarihi, Türk-İslâm kültürü açılarından önde ve önemlidir. Cami, Üsküdar’daki ilk duraklarınızdan biri olmalıdır.“

Hocam size ne zaman böyle bir soru sorsam kesinlikle hayır diyorsunuz.

“Velev ki Mimar Sinan herhangi bir şekilde biricik kızına aşık oldu Kanuni Sultan Süleyman’ın; biz bugüne kadar bunu duyabildiysek, o gün haydi haydi birileri duyardı zaten de Mimar Sinan diye birisi ertesi güne kalmazdı. Nitekim düşününüz ki zaten Mihrimah Sultan’ın evlendiği Rüstem Paşa evleneceği kararı verildiği zaman Diyarbakır’daydı, bir arada bile değildiler. “

Aslında hiç görmediler dimi birbirlerini?

“Tabii ki.“



Zaten Mihrimah Sultan 17 yaşındaydı.

“Doğrudur doğrudur.”

Hocam ben aslında Mihrimah Sultan, belki Mimar Sinan’a aşık olmuştur diye düşünmüştüm ya da hikaye böyle başka türlü evrildi.

“Değildir efendim değildir, yani zaten sosyal statü açısından da fiziksel olarak bir araya gelmiş olma olasılıkları bile yok. Birbirini göremez, kim olduğunu bilemez. Olmaz öyle şey.”

Bu camiyi Mimar Sinan yapıyor daha sonrasında. E tabii aşkına karşılık bulamıyor Mihrimah Sultan. Rüstem Paşa’yla evlendikten sonra da Mimar Sinan öbür camiyi o yüzden tek minare yapmış, yalnızlığını sembolize ettiği için.



“Şimdi bu kadar kesin padişah fermanına bağlı kararları bir mimarın varmesine imkan yok. Üsküdar Mihrimah Sultan Camii yapıldığında da Mihrimah evli Rüstem Paşa’yla, öbür minare yapıldığında da Rüstem Paşa vefat etmiş durumda zaten, dolayısıyla hiç tutarlılığı olmayan şeyler bunlar.”

Sedat Hocam bir diğer cami Şemsi Paşa nam-ı diğer Kuşkonmaz Camii ile de esrarengiz bir hikaye anlatılıyor.  “Nasıl bir hikaye?”

Hocam bu caminin bir diğer ismi Kuşkonmaz Camii, Şemsi Paşa sizce niye kuşların konmayacağı bir cami istemiş olabilir? Öyle bir şey var mı ?

“Yoktur. Şemsi Paşa niye öyle bir şey istesin? Zaten adamın sarayı burası ve sarayının burada olmasının sebebi de son derece basit kuşla alakası yok. Anadolu tarafından gelen, yani hicazdan buraya kadar gelen bütün yoldan kim gelirse saraya gitmeden önce buraya uğruyor II. Selim’in sık sık gelip gittiğini, gecelediğini bile biliyoruz tabii ki Paşa’nın misafiri olarak. Yani bütün bunların avantajını sürebildiği son derece aslında stratejik bir noktada buluyor. Buraya yaptıracak tabii camisini o arada kuş hesabı yapmış olamaz diye düşünüyorum.”

Hocam Mimar Sinan tabi muhteşem bir mimar hani onların yaptığı eserleri anlat anlat bitiremiyoruz bir türlü.Şimdi bu camide de farklı olan bir tarz denizin içinde gibiyiz.



“Normal şartlarda bu avlunun da etrafını çeviren genelde üç kenarını çeviren U biçimli diyebileceğimiz bir medrese bekleriz birçok yapıda bu şekildedir burada baktık L biçimi U yapsa çünkü denize tümüyle kapanmış olacak.”

FATİH’İN MAHKEMESİ EFSANESİ

Üsküdar’da, Eski Mahkeme Sokak’ta bulunan Fatih Mahkemesi, Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılmış. Tam inşa tarihi bilinmiyor. Yığma taştan yapılmış yapı, mahkeme salonu ve zindanlar olmak üzere iki bölümden oluşur. Üst katta kemerli bir kapıdan girilen mahkeme salonuna dik taş bir merdivenle çıkılır. Kadı mahalli niş şeklindedir. Dükkan olarak kullanan zindanlar, 2006 yılında restore edildikten sonra sergi salonu daha sonra kütüphane olarak kullanılmaya başlanmış.

Peki bina için neden Fatih’in Mahkemesi deniyor, Fatih yargılandı mı? Bunun için binanın giriş kapısının yanındaki tarihçeye bakıyoruz.

Fatih. Fetihten sonra hocası Akşemsettin’in elini öpüp her şeyi bırakarak derviş olmak ister ancak hocası bunu “Padişahın asıl vazifesinin devlet işleri” diyerek reddeder. Tanzimat Dönemi’ne kadar Osmanlı’nın temel kanunu olan Fatih Kanunnamesi hazırlanır. Şehrin ilk kadısı Hızır Çelebi Bey olur. Nasreddin Hoca’nın soyundan geldiği bilinen Hızır Çelebi, yüksek ilmi ve adaleti ile tanınır. Şehir “İstanbul, Galata, Eyüp ve Üsküdar” olarak dört kadılığa ayrılır. Üsküdar kadılığı önemlidir çünkü Üsküdar’da kadılık yapan kimselerden alim olanlar, daha sonra İzmir Kadısı olur. Üsküdar Kadısı’nın Kartal, Pendik, Gebze, Şile ve Anadolu Kavağı’nda birer naibi olduğu ve senelik geliri 40 bin kuruş olduğu bilinir. İstanbul Efendisi diye anılan İstanbul Kadısı; çarşamba günleri Eyüp, Galata ve Üsküdar kadılarıyla veziriazama gider çünkü özel davalarda son söz sadrazama aittir. Mehmet Nermi Haskan Yüzyıllar Boyunca Üsküdar adlı eserinde Üsküdar kadılarının önemine dikkat çeker. 

Erken devir Osmanlı mimarisine sahip yapı, mahkeme salonu ve zindanlar olarak iki bölümden oluşmakta. Kirpi saçaklı, beşik tonozlu mahkeme salonunun altındaki zindan tek pencereli. İki zindan arasından dik ve taş bir merdivenle mahkeme salonu ve birinci zindanın terasına çıkılır. İki mermer sütunun yükseldiği kubbenin altından beşik tonoz çatılı esas mekana gelinir. Niş şeklindeki kadı mahali buradadır. Beş zindanın bulunduğu yapının demir kapıları tüm ağırlığı ile durmakta. Ağırlık yapının genel duruşuna da hakim. Rivayet odur ki Fatih de bu binada yargılanmıştır. Sebebi ise Rum mimarla yaşanan bir olaydır. Bazı kaynaklara göre -günümüzde İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yer- Beyazıt’taki saray yapılırken, bazılarına göre Fatih Külliyesi inşa olurken mimar kendisine verilen sütunu kısa kestirir. Fatih de yapı yeterli heybette olmadığı için sinirlenerek mimarın elini kestirir. Kadı Hızır Çelebi’nin adaletine güvenen mimar  durumu ona anlatır. Fatih’in haksız olduğuna hükmedilir, elleri kesilecektir… Mimar diyeti kabul eder, Fatih’in eli kesilmekten kurtulur…  

NAKKAŞTEPE İSMİNİ NEREDEN ALIYOR?

İsmini, Babanakkaşzadeler olarak bilinen bir aileden alıyor. Nam-ı diğer Nakkaş Şeyh Mehmet. Baba Nakkaş lakabı ile anılan Şeyh Mehmet aynı zamanda Nakşibendi şeyhi idi. İyi bir sanatkar olan Baba Nakkaş’ın çalışmalarından memnun kalan II. Mehmet, 1466’da Çatalca’ya bağlı İnceğiz ve Kutlubay köylerini kendisine topraklarıyla birlikte vakfetti.

Bugün hala Nakaşköy olarak varlığını sürdüren bu köyde Baba Nakkaş, bir cami, bir mektep ve değirmen inşa ettirdi. Aynı zamanda en eski Nakşibendi dergahlarından birini de yine bu köyde kurdu ve başına geçti. Aynı zamanda Üsküdar Kuzguncuk semtinin sırtlarında da bir dergah kurdu. Bu dergahın etrafına da Nakkaştepe adı verildi.

Osmanlı Sarayında henüz Fatih devrinde, ilk Nakkaş atölyesinin kurulmasını sağlaması olmuştur. Böylece ehl-i sanaatkarların saray çatısı altında birleşerek bir meslek loncası oluşturmasına önderlik etmiştir. Evliya Çelebinin belirttiğine göre bugün varolmayan Eski Saray’ın cümle kapısının saçakları ve Topkapı Sarayındaki Sultan Beyazıt Divanhanesi’nin kubbe tezyinatı Baba Nakkaş’ın eseridir. Baba Nakkaş oldukça uzun yaşamış, Fatih’ten sonra iktidara gelen Sultan II. Beyazıt’ın müsahipliğini yapmış, nihayet 1525 civarında ölmüş ve Çatalca’da kendi yaptırdığı Mescit’in haziresine gömülmüştür. Kendine has bir üslup geliştirmiş ve bu üsluba Babanakkaş üslubu denilmiştir. Halen İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde “Baba Nakkaş Albümü” adında bir albüm yer almaktadır.

  • Etiketler :
  • Haberler –
  • Seyahat
  • Sanat
  • Ntv
  • Gezi


İzmir Tempo sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Esra Gezginci İstanbul’un sırlarına kapı aralıyor: Üsküdar’ın saklı tarihi
Yorum Yap

444 SEO Reklam Yazılım Tasarım London Smartic Pro Agency Kurumsal SEO Hizmetleri

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İzmir Tempo ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!