Heyecan, öfke, üzüntü ya da sevinç… Beyin, düşünce ve duyguların meydana geldiği yer olsa da insanın yaşadığı duygular, kramp, bulantı, ishal gibi belirtilerle mide ve bağırsaklarda kendini gösterebiliyor. Sindirim sistemi, yaşanan duygulara oldukça duyarlı olup bu duygular bağırsak semptomlarını tetikleyebiliyor. Peki, bağırsaklarla beyin arasında nasıl bir ilişki var?
Bağırsaklar için “ikinci beyin” ifadesini kullanan bilim insanları, bağırsakların da kendine ait bir sinir sistemi olduğunu ve bunun merkezi sinir sisteminden bağımsız çalıştığını ortaya koyan çalışmalara imza attı.
Sinir hücrelerindeki bilgi akışını sağlayan küçük kimyasal iletkenler olan nörotransmitterlerle dolu bu sisteme yakından bakıldığında sindirim sisteminin yalnızca besinleri sindirmenin ötesinde farklı işlevlerinin de olduğunu gösteriyor. Bağırsaklar, beyinle bağlantılı olarak kişinin zihinsel durumunda rol oynuyor ve aynı zamanda vücuttaki bazı hastalıkların da kaynağı olabiliyor.
Peki, bağırsak mikrobiyomunu değiştirmek Parkinson hastalığı veya diğer beyin hastalıklarının semptomlarında bir fark yaratabilir mi?
Bilim insanları, bunun mümkün olabileceği görüşünde. 2016 yılında, California Teknoloji Enstitüsü’ndeki araştırmacılar, Parkinson hastalığı olan hastaların dışkılarından mikropları farelerin bağırsaklarına naklettikleri bir çalışma yürüttüler. Bu farelerin, Parkinson hastalığı olmayan insanlardan bakteri verilen diğer farelere göre daha fazla motor fonksiyon bozukluğu gösterdiğini gözlemlediler. Sonuçlar, belirli bağırsak bakterilerinin Parkinson hastalarında hareket zorluklarına katkıda bulunabileceğini gösterdi.
PROBİYOTİKLERİN ALZHEİMERI İYİLEŞTİRİCİ ROLÜ
Probiyotiklerin bağırsak bakterilerini değiştirmedeki ve dolayısıyla nörodejeneratif hastalıkların semptomlarını iyileştirmedeki rolü hakkında yapılan bir diğer araştırma ise 2016 yılında, İran’daki Kaşan Tıp Bilimleri Üniversitesi ve İslami Azad Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tarafından yapıldı.
Araştırmacılar, yoğurt ve besin takviyelerinde bulunan probiyotiklerin Alzheimer hastalığı olan kişilerde biliş ve hafızayı geliştirmeye yardımcı olabileceğini buldu. Diğer çalışmaların da benzer sonuçlar verdiği kaydedildi.
BEYİN VE BAĞIRSAK SÜREKLİ İLETİŞİM HALİNDE
Bir sonraki aşama ise bağırsakta olanlarla beyinde olan arasındaki bağlantıyı ortaya koydu.
İrlanda’da University College Cork’ta Anatomi ve Sinirbilim Bölümü’nde Kıdemli Öğretim Görevlisi olan Dr Siobhain O’Mahony, “Beynin ve bağırsağın sürekli iletişim halinde olduğunu biliyoruz. Bakteriler bu iletişimin anahtarıdır. İşlevsel olmayan bir bağırsağın, Parkinson hastalığı ile ilişkili, alfa-sinüklein adı verilen ve omurilik veya vagus siniri yoluyla beyne gidebilen anahtar bir proteinde değişikliklere yol açtığına dair bir kanıt var.” ifadelerini kullandı.
Parkinson hastalarında motor fonksiyon bozukluğu gözlemlenmeden önce, çalışmalar bağırsakta alfa-sinüklein proteininin bulunduğunu göstermişti. Araştırmalar ayrıca beyinden vücudun diğer bölgelerindeki dokulara ve organlara bilgi ileten vagus sinirini kesmenin Parkinson hastalığına yakalanma riskini azaltabileceğini göstermiştir.
Vagus sinirinin “Beyin ve bağırsak arasındaki iletişim” olduğunu söyleyen O’Mahony, bunun bağırsak-beyin eksenine giden “biyolojik yol” olduğunu belirterek, “Farklı organlar vagus siniri aracılığıyla beyinle iletişim kurabilir” ifadelerini kullandı.
O’Mahony, beynin midenin dolu olduğunu anlayarak yemek ihtiyacının kesilmesini de buna örnek olarak veriyor.
Bilim insanları, sağlıksız bir bağırsak mikrobiyomunun beynin işleyişini etkilemesine izin veren bir yol olduğu görüşünde. Ancak bağırsaktaki mikroplar ile beyindeki aktivite arasındaki ilişkinin kesin doğası hakkında daha fazla araştırmaya ihtiyaç var.
Alzheimer’s Research UK’den Dr Susan Koolhaas ise “Şu anda, bağırsak mikrobiyomunda meydana gelen değişikliklerin “Hastalık mı yoksa hastalıkları tetikliyor mu”nun etkilerinden biri olup olmadığını bilmiyoruz.” diyerek, çalışmaların devam ettiğini söylüyor.
MİKROBİYOTA NEDİR?
Mikrobiyota bakterilerinin sayısı, bizim kendi hücrelerimizin sayısından 10 kat daha fazla. Mikrobiyotanın sahip olduğu genetik materyele mikrobiyom deniliyor. Ancak bu iki terim çoğu kez aynı anlamda kullanılıyor. Mikrobiyomdaki genlerin sayısı ise, insan genomundaki genlerin sayısından 150 kat daha fazla.
İzmir Tempo sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.